“Çıtkırıldım… Ne ilginç adı varmış,” dedi adam yeni aldığı saksıyı balkona götürüp diğer çiçeklerin arasına koyarken, “Bu kadar güzel bir çiçeği sadece beş manata satıyordu. İlginç.”
Adam her zamanki gibi nemli bezi eline alıp çiçeklerin yapraklarını tek tek silmeye başladı. “Şu çiçeğe nasıl bakım yapılması gerekir diye soruyorum, ‘kendisi sana anlatacaktır,’ diyor,” bembeyaz çiçeklerini dökmek üzere olan orkidenin yapraklarını usulca silerken konuştu adam, “İyi de çiçek bana nasıl anlatabilir ki? Ne matrak adammış.”
Dönüp balkona yerleştirdiği yeni misafire baktı. Yüzündeki gülümseme kayboldu. Orkidesinin yaprağını silmeyi bırakıp endişeli bir şekilde hemen çıtkırıldımın yanına koştu. “Ne oldu buna şimdi? Bütün yaprakları sarktı bir anda. Getirdiğimde böyle değildi ama.” Solgunlaşmış yapraklarına dokundu, dikkatlice okşadı. Çiçek hemen canlandı, “başını” kaldırdı. Adam elindeki bezle onun bütün yapraklarını temizledi. Çiçeklerin sulanma zamanıydı. Her zamanki gibi zambaklarla başladı. Ancak bir gözü çıtkırıldımdaydı. Zambakları suladıkça çıtkırıldım göz göre göre büzüşüyor, yapraklarını sarkıtıyordu. Tekrar sulama kabını kapıp onun yanına koştu, dikkatlice dibine su döktü. Ertesi gün artık önce çıtkırıldımla ilgileniyordu.
Bir süre sonra çıtkırıldım hiçbir sebep yokken yapraklarını sarkıtıp, boynunu büktü. Ne kadar ilgilenip hoş sözlerle konuşsa da bir faydası olmadı. “Acaba neyi, yanlış yapıyorum? Ne yaptım da şu zarif çiçeğin gönlünü kırdım?” artık farkındaydı, çıtkırıldım onu diğer çiçeklerden kıskanıyordu. Adam yıllarca kendisine can yoldaşı olmuş eski saksılarla artık eskisi gibi konuşmaktan, onları okşayıp sevmekten korkuyordu. Çabucak sulayıp yapraklarının tozlarını alıveriyordu ama bu zorunlu ilgi bile çıtkırıldımın sararıp solmasına yetiyordu.
O sıralarda yılların kaktüsü ilk defa kocaman, kıpkırmızı çiçek açmıştı. Galiba ondan sonra işte, çıtkırıldım artık hiçbir ilgiyle canlanmıyordu. Adam ne düşündüyse önce kaktüsü, sonra da diğer bütün saksıları balkondan içeriye taşıdı. Bir şekilde yerleştirdi, bazılarını kilere taşımak zorunda kaldı. Bütün ilgisini çıtkırıldıma vermeye başladı. Çıtkırıldım sonunda başını kaldırdı, yaprakları canlandı. Fakat bütün şıklığına rağmen duruşunda bir hâlsizlik, mazlumluk vardı. Adam gözünü onun üzerinden ayıramıyor, her an solabileceği endişesiyle bütün boş zamanını balkonda geçiriyordu.
Bir ay geçmişti. Adam artık geceleri panik hâlinde uykusundan uyanıp çıtkırıldımı kontrol etmeye koşuyor, her gün sabah erkenden temiz havaya çıkarıyor, dibini sık sık havalandırıyor, yapraklarını her gün siliyordu. Bütün boş zamanı bu çiçeğin etrafında geçtiğinden diğer çiçekler artık solmuştu. Elinde nemli bezle balkondaki küçük ahşap taburenin üzerinde kollarını sarkıtıp oturmuştu. Donuk bakışları çıtkırıldımın hâlsizlik içindeki yapraklarına dikilmişti.
Kapının zili çaldı. Eski komşusuydu gelen. Ara sıra balkonda oturup çay içerlerdi. Kapıyı açıp sessizce balkona döndü. Komşusu şaşkınlık içinde kapıyı kapatıp onun peşinden balkona gitti:
“Neler oluyor, canım? Bu ne hâl? Kötü bir haber mi aldın?”
İçini çekip kafasını salladı.
“Ne oldu o zaman? Aa, şu balkonun hâli ne? Saksıların neden kurumuş?”
Adam tekrar kafasını salladı.
“Peki, ne o zaman?”
Bir süre susup sonra kısık sesle anlatmaya başladı. Ara sıra gözünün ucuyla çıtkırıldıma bakıyor, onun duymadığından emin olmaya çalışıyordu. Komşusu elini dizine şaplatarak vurdu:
“Ben de ne oldu diyorum! Hiç aklın var mı, ne yaptığının farkında mısın?” Onun kaş göz işaretine aldırmayan komşusu sesine daha de yükselterek: “Şu beş manatlık büzüşmüş, dilenci çiçeğine bunca zaman harcıyor, bunca masraf yapıyorsun, sinirlerin altüst oluyor, o kadar mı gerekli bu sana?” dedi.
“O buna değer.”
“Nesi değer be, neye değer? Bu çiçekten her evde her bahçede olduğunu hayal et, neler olabileceğini düşünsene! Şu, çiçek kılığına bürünmüş bir yırtıcı, bir sülük bu. Boyunduruk bu, rahat nefes almanı, insan gibi yaşamanı engelliyor. Sana neler yaptığına baksana, boğulup kalmışsın. Nerede o güzel, iç açıcı çiçeklerin, günlerin?”
“Bu diğer çiçekler gibi değil. Çok mazlum, kimsesiz, yapayalnız, narin, kırılgan, takatsiz. Ben olmasam mahvolup gider. Ben onun için gerekliyim.”
“Kancaya takılan solucandan başka bir şey değil bu. Sen onun için gereklisin ama o sana hiç gerek değil.”
“Neler söylüyorsun? Benim ona ihtiyacım var. Çıtkırıldım olmadan bir an bile yaşayamam. Ona bağlandım. Yeter, söylediklerini duyuyor, incitiyorsun onu,” diyerek saksıya doğru yaklaştı, korurcasına onun üzerine eğildi, okşadı. Komşusu elini havada sallayarak gitti. Dış kapının sesi duyuldu. Adam takatsiz bir şekilde saksının yanındaki tabureye çöktü. Komşusun sözleri aklından çıkmıyordu. Ya haklıysa? Gözlerin kaldırıp çıtkırıldıma baktı. Yaprakları solmuş, öksüz gibi boynunu bükmüştü. Adam hemen sulama kabını doldurup getirdi, ilgiyle saksıyı suladı, avutmaya başladı onu: “Aldırma sen ona, o hiçbir zaman çiçek sevmemiş. Böyle birinden ne beklersin ki? Korkma, bir daha seninle ilgili bu şekilde konuşmasına müsaade etmeyeceğim.” Gece uyumaya giderken de saksıyı alıp yatak odasındaki küçük masanın üzerine koydu.
Sabah yatağından kalkıp perdeleri açtı. Güneşin sevecen ışınları kenarları kırışmış, çukura kaçmış gözlerini okşadı. “Ne güzel bir hava,” diyerek keyifle gerinip arkasını döndü. Gözleri saksıya iliştiğinde morali yerle bir oldu. Çıtkırıldım her zamanki üzgün görüntüsündeydi. Sanki gururlu olursa, şık görünürse adamın artık onun korunmaya ihtiyacı olmadığını düşüneceğinden, ilgisinin azalacağından korkar gibiydi. Bu korkuyla çıtkırıldım birkaç aydır ne büyümüş ne de çiçek açmıştı. Adam iç geçirdi. Yaklaşıp saksıyı kucağına aldı: “Ne oldu ki sana? Baksana ne güzel güneşli bir hava. Bahar geldi artık, bahar. Bu sebeple çiçek açmayı düşünmüyor musun? Diyerek gülümsedi. Ancak çiçeğin daha fazla mazlumlaştığını gördüğünde gülümsemesi kayboldu. Sessizce götürüp balkonun korkuluğuna koydu. Yine yapraklarını okşamayıp sevmeye, fısıltıyla konuşmaya başladı: “Olsun, sen çiçek açmasan da çok güzelsin, önemlisin benim için. Su kabını doldurayım, hemen geliyorum.” Arkasını dönüp gitmek isterken dirseği saksıya çarptı. Düştü. Dehşet içinde donakaldı. Birkaç saniye sonra betona çarpıp parçalanan çömleğin sesi duyuldu. Adam aşağıya bakınmak istedi ama bakmadı. Yere oturdu. Derinden rahat bir nefes aldı.